“Pilav ye, kadınlara inan.”

Deniz Üğütgen
1 Kasım Dünya Vegan Günü’nü arkamızda bırakmışken ve 25 Kasım Kadına Şiddetle Mücadele Günü’ne yaklaşırken bu iki alan hareketinin birleştiği, iki mücadelenin birbirini desteklediği bir noktadan konuşmak, yazmak ve okumak herkese iyi gelecektir diyerek sözlerime başlamak istiyorum.
Hayvan sömürüsünün altını çizdiğimizde bizi karşılayan birçok nokta oluyor. Günümüz dünyasında haklarına ulaşamayan, her gün sömürünün farklı çeşitlerine maruz bırakılan azınlıklarda, kadın+’larda ve kuir bireylerde veganizmin daha yaygın olduğunu söylememiz mümkün. Peki bu neyi anlatmaya çalışıyor bize?

Veganizmin tanımından yola çıkacak olursak, veganizm insan dışı hayvanların herhangi bir sektörde, herhangi bir amaçla tüketimine, kullanımına ve sömürüsüne karşı duran bir anlayış ve yaşam tarzı. Vegan kişiler hayvan kullanımı yoluyla elde edilen herhangi bir materyali kullanmayı reddediyorlar. Buna ek olarak vegan aktivizmle uğraşan her bireyin gerçekten nefret ettiği türcülük kavramına değinmemiz gerekiyor. Veganizm temel olarak türcülüğe karşı bir alan hareketi. Bunun sonucu olarak, çoğu veganın da dile getirebileceği ve kendi bireysel tecrübelerimden de söyleyebileceğim üzere baştaki vegan olma motivasyonumuzu yaptığımız okumalarla ve türcülüğün bize dayattıklarını fark ettikçe veganizm farklı boyutlara ulaşıyor. Bu noktada fark ediliyor ki kadınlara ve kuir bireylere uygulanan şiddet hayvanlara uygulanan şiddetten farklı bir yerde değil.

Böyle bir perspektiften baktığımızda vegan feminizm diye bir kavramdan söz etmemiz mümkün. Vegan feminizm, ataerkil düzenden hayvanların ve doğanın zarar gördüğünü açıklayarak, cinsiyetçi sömürüye karşı tek bir alandan ziyade bütünsel mücadeleyi savunan bir feminizm akımı. Vegan feministler, insan merkezci bir feminizmden ziyade tüm canlıları kapsayacak şekilde hareket ediyorlar.
Hayvan özgürlüğünün feminizmle ayrılamayacağı konusunda birçok ekofeminist ve aktivist çalışmalar yürütmeye, yazılar yazmaya devam ediyorlar. Bunlardan güzel ve çok sevdiğim örneklerinden bir tanesi olan Pattrice Jones’u örnek vermek istiyorum:
“Kadınlar ve hayvanlar, topraklar ve çocuklar, bunların her biri tarihsel olarak erkeklerin mülkü olarak görülmüştür, bu erkekler daha çok iktidar ve daha fazla mülkiyet sahibi olmak için diğer erkeklerle rekabet etmiştir. Ataerkillik; yani, politika ve aile hayatının erkekler tarafından kontrolü ve pastoralizm, yani bir hayat tarzı olarak hayvancılık, tarih sahnesine beraber çıkmıştır, birbirinden ayrı görülemez”
Yine çok sevdiğim Etin Cinsel Politikası adlı kitapta Carol Adams birçok noktadan ataerkil düzen-patriyarka-et tüketimi bağlantısını kuruyor.
“Et yemek, erkek iktidarının her öğünde yeniden ilan edilmesidir.” diyerek hayvansal ürün tüketmenin erkek egemen toplumla olan bağlantısını çok öz ve etkileyici bir şekilde okuyucuya aktarabiliyor.
Veganizm ortaya çıktığı günden itibaren gerçekten çok gelişti ve diğer alan hareketleriyle geçmişteki halinden çok daha fazla iç içe geçmeye başladı. Veganizm ve feminizm kesişimselliği de bu şekilde arttı. Ekofeminizm güçleniyor, iki farklı pratik birbirini gün geçtikçe daha çok besliyor.
Bu yazımı yine çok sevdiğim feminist bir şiirle bitirmek istiyorum. Hayvan sömürüsü ve kadın şiddeti son bulacak. Yaşasın kadın dayanışmamız!
“Pilav ye, kadınlara inan
Bilmediğim her neyse
Hâlâ şansım var öğrenmeye
Adım adım
Öğrenirsem şansım var öğretmeye
Öğrenirse başkaları önce
İnanmalıyım ki
Geri gelirler bana öğretmeye”
- Mary Wollstonecraft Shelly