Doğa(l) Sermaye
Bu haftanın Greenvibes bültenine hoş geldin. Yeşil Ajans’ta yerelden ve dünyadan ekolojik haberlere biraz değinip Derin Yeşil’de doğanın doğal bir sermaye olup olmadığını tartıştık. Bir İmza da Sen At’ta güncel imza kampanyalarını derledik.
Greenvibe’ının bol olduğu, keyifli okumalar dileriz.
GREENVIBES PODCAST

Greenvibes Podcast: Ekolojik ve atıksız yaşama dair meramlarımızı anlattığımız, deneyimlerini aktardığımız podcast serimiz artık sizlerle. Eğer siz de bu ekolojik yaşam yolculuğunda kendine bir “eko-yaren” arıyorsan biz bir mikrofon uzağındayız. Doğa dostunuz, Greenvibe’ınız bol olsun.
“Atıklar, Atıklarımız…” isimli ilk bölümümüz yayında.
Apple Podcast’e buraya tıklayarak ulaşabilirsin.
DERİN YEŞİL

Doğal Sermaye: Doğa Bir Sermaye Midir?
Doğaya kapital bir gözle bakıp onu kaynak olarak görmek mi doğru yaklaşım, yoksa bir döngünün parçaları mıyız?
Ceren Özcan Tatar
Günümüz sosyo-kültürel yapısı her türlü varlık biçimini bir sermaye olarak görme hatasına düşüyor: beşeri sermaye, doğal sermaye, kültürel sermaye ve hatta simgesel sermaye… Ama dünya aslında sermayelerden meydana gelmez. Nasıl ki bireyler beşeri bir sermaye, yani mal değildir; doğa da doğal sermaye diye anıldığında da bir mal, bir kaynak olamaz.
Doğadan söz ederken kaynak demek bile hatalıdır. Elbette doğada var olan her bileşen, bir yaşam formunun hayat kaynağıdır. Ancak bizler kaynak derken bahsettiğimiz şeyi, yani doğayı bilincimizde, bilinçaltı ve toplumsal bilinçte metalaştırıyoruz. Bu nedenle kaynak demek yerine varlık demeyi tercih edenler de var. Ancak bu noktada da yine ince detayları kullanabilenler oluyor. Çünkü varlık hem var olma durumu (being) anlamına geliyor hem de para, mal, mülk, zenginlik (asset) anlamına geliyor. Yani, belki de, doğa için varlık bile dememek gerekiyor. Zaten adı olan bir şey olduğu için doğa demek yeterli sanki.
Doğal sermaye, hatta ekosistem hizmetleri söylemleri bile doğa için bir stres kaynağı oluşturuyor ki bu kavramların doğa koruma amacıyla ortaya atıldığı düşünüldüğünde bu durum biraz kafa karıştırıcı. Ama Maslow’un “Eğer sahip olduğunuz tek şey bir çekiçse, her şeye çivi gibi davranırsınız” söylemine paralel olarak insanlar, kurdukları sistem sermaye üzerine olduğu için doğayı da böyle yorumlamaya yönelik davranıyorlar. Tabii buradaki sorun yalnızca doğanın paha biçilemez bir şey olması değil, bir şeye paha biçmeye çalıştığımızda onu tehlikeye atmamızda da yatıyor. Karbon borsalarının karbon salımına engel olmayıp bu salımları aklama mekanizmasına dönüşmesini buna örnek olarak görebiliriz. Atmosferi paraya konu ederek korumaya çalıştığımızda verilen zararları meşru hale getiriyoruz.
Kaynak ya da maddi anlamda varlık olarak görmeye yatkın olduğumuz doğa bir anda ekonomik sistemin bir parçası oluveriyor; onu korumaya çalışırken bile… Halbuki ekonomiler ekosistemlerin içinde var olabilir, aksi değil. Sermaye ise yalnızca belirli sosyal ilişkiler kümesinde, yani toplumsal yapılarda anlamlı olan bir kavramdır. Sermaye kavramı ticaret ile doğrudan ilişkilidir ve doğal sermaye, beşeri sermaye, finansal ve sosyal sermaye dediğinizde bu kavramlar arasında bir ticaret yapma eylemine vurgu yapılmış olur.
Doğayı bir tür sermaye olarak tanımladığımızda ise bir ticaret söz konusu. Biz doğal sermayeden faydalanabiliriz. Ama unuttuğumuz gerçek, biz doğaya geri ödeme yapmayız. Maddi ya da fiziksel başka bir yöntemle, doğaya karşılık vermeyiz. Eğer temiz çevre için verdiğiniz vergileri bu kapsamda bir harcama gibi düşünüyorsanız, üzgünüm, o para da doğrudan insanlar için harcanıyor, doğa için değil. Bir ticaret söz konusu olduğunda insanlar kendi kârlarını düşünerek hareket ederler ve insanların kârına olan şey genelde doğanın zararına olur.
Tüm bunlardan dolayı, doğal sermaye yaklaşımının doğal sistemlerin karmaşıklık ve öngörülemezliğini asla karşılayamayacağına ilişkin kaygılar gelişmektedir.
Tarih boyunca ve günümüzde, insanlar doğal sistemlerin kendisi için olduğu düşüncesine sahip kültürlerde yer aldı. Dolayısıyla doğaya bir sermaye gözüyle bakmak kültürel olarak kolay ve anlamlı oldu. Sömürgeci sistemin önce insanlara, sonra hayvanlara ve diğer doğal bileşenlere kabus gibi çökmesinin ardında da bu düşünce yer alıyor. Ama bu yaklaşım varlığını sürdürdüğü süreçte, insanlar dahil tüm canlıların parçası olduğu doğal sistem çökme yolunda hızla ilerliyor.
Doğanın bir sermaye olarak görülmesindeki bir diğer sorun ise halkta “Parası neyse veririz” algısı yaratması. Doğayı ekonomik terimlerle anlattığımızda (örneğin ekosistem hizmetlerinden faydalanılarak ne kadar zarardan kurtardığınızı söylediğinizde, su kaynaklarını koruyarak yapılmasının önüne geçilen yatırımlarla kaç milyar dolarlık kazanç sağladığınızı söylediğinizde) insanlar doğayı ekonomik sistemin bileşenlerinden biri olarak görerek duyarsızlaşabilir. Halbuki doğal sistemlerde yaşanan bozulmalar maddi kaynaklarla düzeltilemeyecek ölçülerde yaşanıyor. Dünya üzerindeki tüm sermayenin birleşip yapacağı teknolojik yatırımlar bile verilen zararı telafi etmek için yeterli olmayabilir. Çevresel konulara vurgu yapmak ve insanları harekete geçirmek istiyorsak, bunu paradan değil doğadan söz ederek yapmamız daha mantıklı olacaktır. Örnek vermek gerekirse, karbon salımlarından söz ederken kaç ağacın ne kadar karbon salımını dengelediğini söylememiz, paradan çok daha harekete geçirici olacaktır – bu noktada da ağaçların diğer tüm doğal sistemdeki rollerinden yalıtılarak yalnızca karbon yutağı olarak görülme riski var tabii ki, ya da ağaç dikerek karbon salımını meşrulaştırmaya çalışanların ortaya çıkma riski…
Doğal sermaye, stratejik ve mekânsal planların üretim süreçlerinde yeni çevre politikası oluştururken iyimser ve pragmatik bir yol olarak kullanılıyor. Ama doğa korumanın, mevcut ekonomik düzenden sıyrılıp sosyal ve ekonomik örgütlenme olarak farklı bir biçimde mümkün olabileceği yollar düşünülmeli. Yani doğaya bir sermaye gözüyle bakmadan, ekonomik bir atıf yapmadan, insan için değil, doğanın kendisi için korunmasının bir yolu aranmalı. Einstein’in dediği gibi, problemi ortaya çıkaran zihniyetle o problemi çözemezsiniz. Doğaya bu kadar zarar verdiğiniz kapitalist bir düzen içinde, sermaye yaklaşımıyla doğayı koruyamazsınız. Bu yüzden kendimizi doğadan ayrı ve/veya üstün görmeden, onunla uyum içinde işleyecek alternatif yollar arayıp bulmak zorundayız.
YEŞİL AJANS
• Black Friday: İndirimlerin Gezegene Maliyeti Ne Kadar?

Black Friday, bu sene de ülkemizde coşkuyla kutlandı. Peki bu aşırı tüketimin ve kaynak israfının doğaya zararı ne? Kendi cebimizi düşünürken bunların gezegen üzerindeki maliyetini ne kadar düşünüyoruz?
money.co.uk tarafından yapılan bir araştırmaya göre, 2021 yılında Black Friday, yaklaşık 386.243 ton karbondioksit salımına sebep oldu. Bu rakam Londra-Sidney arası sadece bir gün içerisinde yapılan 15 uçuşa, ortalama 3.679 mavi balina ağırlığına eşdeğer. Araştırma, 2020’ye göre yüzde 10 azalma olduğunu, tahminlere göre geçen sene 116.619.264 bireysel satın alım yapılmışken bu sene bu rakamın 104.957.338’e düştüğünü öne sürüyor.
• Orman Kanunu Değişti: “Kamu Yararı” ve “Zaruret” Varsa Ormanlar Yapılaşmaya Açılabilecek.

30 Aralık 2021’de Resmî Gazete’de yayınlanan Yönetmeliğe göre, ormanlık alanlarda kamu yararı ve zaruret bulunması halinde yol, liman geri hizmet alanı, havaalanı, demiryolu, teleferik hattı, tünel gibi ulaşım tesislerine; patlayıcı madde emniyet alanı, yer altında yapılacak patlayıcı madde deposu, savunma ve güvenlik tesislerine; enerji nakil hattı, trafo binası, enerji üretim santralleri, ölçüm ve gözlem istasyonları gibi enerji tesislerine; telefon iletim hattı, iletişim panosu, ölçüm istasyonu, R/L tesisleri, radyo-televizyon verici istasyonu ve antenleri, elektronik haberleşme sistemlerine ait baz istasyonları, fiber optik kablo gibi haberleşme tesislerine; su arama, jeotermal kaynak ve doğal mineralli su arama, su kuyusu, kaptaj, su isale hattı, su deposu gibi su tesislerine; atıksu tesislerine; petrol ve doğalgaz boru hattı; azot, argon ve oksijen gazlarının kullanıldığı hava ayrıştırma tesislerine; alt yapı tesislerine; katı atık aktarma istasyonu, katı atık bertaraf ve düzenli depolama tesislerine; ruhsata dayalı petrol ve doğalgaz arama, işletilme ve yeraltı doğalgaz depolanmasına ilişkin tesislere; yeraltı depolama tesislerine; baraj, gölet, sokak hayvanları bakımevi, mezarlık tesislerine; aile sağlığı merkezi, hastane gibi sağlık tesislerine; ilk, orta, lise ve dini eğitim tesisi ile dini eğitim tesisine bağlı uygulama maksatlı ibadethane tesisi gibi eğitim tesislerine; futbol sahası, kapalı spor salonu, atış poligonu gibi kalıcı konaklama tesisi olmayan spor tesislerine; adli hizmet tesislerine; ceza infaz kurumu tesislerine ve bunlarla ilgili yer, bina ve tesislere izin verilecek.
Her ne kadar biz de Bolsonora Hükümeti gibi Glasgow’da gerçekleşen COP26 Zirvesi’nde ormansızlaşmayı 2030 yılına kadar sona erdirmeye yönelik ulusal bir taahhütte bulunsak da kamu yararı ve zaruret durumlarına kim nasıl karar verecek, bilinmiyor…
• Amazon Ormanları, Ormansızlaştırılmaya Devam Ediyor

Brezilya’daki Amazon Ormanları’ndaki ormansızlaşma son 15 yılın rekorunu kırarak bir senede yüzde 22 artış gösterdi. INPE’nin tahminlerine göre 2005-2006 yılları arasında gerçekleşen 14.286 kilometrekarelik alan kaybından sonra en büyük kayıp Ağustos 2020-Temmuz 2021 yılında 13.234 kilometrekare ile gerçekleşti. Geçen ekim ayında gerçekleşen ormanlık alan kaybı ise Rio de Janeiro’nun yarısından fazlasına eşdeğer.
Her ne kadar Bolsonora Hükümeti, Glasgow’da gerçekleşen COP26 Zirvesi’nde ormansızlaşmayı 2030 yılına kadar sona erdirmeye yönelik ulusal bir taahhütte bulunsa da STK’lar ve çevreci gruplar bu son çarpıcı verilerin, Bolsonaro hükümetinin çevre koruma politikalarını planlı, sürekli ve ısrarcı bir şekilde yıkma çabasının bir sonucu olduğunu öne sürüyorlar.
• Meteoroloji Genel Müdürlüğü: 2021’de Yağışlar Son 20 Yılın En Düşük Seviyesinde

Meteoroloji Genel Müdürlüğü, 2020-2021 Su Yılı 12 Aylık Alansal Kümülatif Yağış Raporu’nu yayınladı. Rapora göre, Türkiye geneli 2021 su/tarım yılı yağışlarının son 20 yılın en düşük seviyesinde olduğu tespit edildi. Kümülatif yağışlar 465.5 mm olarak gerçekleşirken, normali (1981-2010) 574.0 mm ve 2020 su/tarım yılı yağışı ise 552.6 mm olarak gözlemlendi. Yağışlarda normaline göre %19, 2020 su/tarım yılı yağışlarına göre %16 azalma oldu. Bölge geneli yağışlar ise Marmara ve Karadeniz bölgelerinde normali civarında, diğer bölgelerde normalleri altında gerçekleşti. En fazla azalma %39 ile Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde kaydedildi. Kümülatif yağışlar İzmir, Kuzey Ege, Trakya’nın kuzeyi, Sakarya, Düzce, Zonguldak, Sinop, Samsun, Ordu, Giresun, Trabzon ve Rize çevrelerinde normallerinin üzerinde, diğer tüm bölgelerde altında gerçekleşti. Şanlıurfa’nın doğu kesimlerinde ise %60’ın üzerine azalma var.
• “Validebağ Korudur, Koru Kalacak”

Validebağ Korusu’nda Üsküdar Belediyesi’nin “Millet Bahçesi” projesi İstanbul 11. İdare Mahkemesi tarafından iptal edildi.
Daha önce 6. İdare Mahkemesi’nin, dava konusu işlemlerin birinci derece doğal sit alanı ilan edilen yere ilişkin olması ve uygulanması halinde telafisi güç zarar doğurabilecek nitelikte bulunması gerekçesiyle yürütmeyi durdurma kararı verdiği proje artık kesin olarak iptal edildi. Verilen kararda, “Hukuka aykırılığı Mahkeme kararı ile ortaya konulan Komisyon kararlarına ve dava açma asşamasında yürütmesi durdurulan imar planlarına dayalı olarak davalı idarece bahse konu taşınmazın ihaleye çıkılmasına ilişkin tesis olunan dava konusu Koruma Rehabilitasyon ve Düzenleme Yapım İşi-Ekap ihalesi işleminde hukuka uyarlık bulunmamaktadır,” ifadeleri kullanıldı.
• Van Gölü’nün Sınırları Yeniden Çizilebilir.

İklim krizi, kuraklık ve yağışların azalması nedeniyle Van Gölü’nde yaşanan iki kilometrelik çekilme, havzadaki canlı popülasyonuna ve ekolojik yaşam alanlarına zarar veriyor. Bu çekilmeyle birlikte Edremit, Erciş ve Muradiye ilçelerindeki kıyılarda eski iskele, kale ve tarihi kalıntılar ile mikrobiyalitler ortaya çıktı.
Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi (YYÜ) Edebiyat Fakültesi Coğrafya Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Faruk Alaeddinoğlu, AA’ya, “Son 20-30 yıldır bu periyodun rayından çıktığını, farklılaştığını görüyoruz. Her yıl gözlemlenen periyodun artık bir metreyi geçer duruma geldiğini gözlemliyoruz. Yıl içerisindeki seviye farkları gittikçe artmaya başladı. Göldeki çekilme belli dönemlerde üst düzeyde gerçekleşiyor. Gölün eski görüntüleriyle yeni görüntülerini izlediğinizde su altında olan kısımların şimdi kara parçasına dönüştüğünü görebiliyorsunuz. Bu kısımlar, sazlık alanlar ve birçok canlıya ev sahipliği yapan noktalar. Akarsulardaki ve yağıştaki azalmalar sadece göl seviyesindeki düşüşe neden olmuyor. Havzadaki canlı popülasyonunun, ekolojik ve biyolojik yaşam alanının da ortadan kalkmasına yol açıyor,” açıklamasında bulundu ve ekledi: “Uydu görüntülerinde artık belli alanlar göl özelliğini kaybettiği, karaya dönüştüğü için belki yeniden bir sınır çizilmesi ihtiyacı ortaya çıkabilir, bu süreç bu şekilde devam ederse…”
• TBMM Küresel İklim Değişikliği Araştırma Komisyonu Raporu Yayınlandı.

TBMM Küresel İklim Değişikliği Araştırma Komisyonu’nun 4 aylık çalışması sonucu hazırladığı ve geçen ay taslak haline ulaşabildiğimiz raporu, 729 sayfa olarak 22 Kasım’da yayınlandı.
Küresel iklim değişikliğinin etkilerinin en aza indirilmesi, kuraklıkla mücadele ve su kaynaklarının verimli kullanılması için alınması gereken tedbirlerin belirlenmesi amacıyla kurulan Meclis Araştırması Komisyonu’nun raporunda sorunlar tespit edilerek çözüm önerileri sunuldu.
Kısa süre içinde Meclis Başkanlığına sunulması beklenen raporda, Meteoroloji Genel Müdürlüğünün, iklim değişikliğinin gelecekte Türkiye’yi nasıl etkileyeceğini ortaya koyabilmek amacıyla 2016-2099 dönemi için geliştirdiği küresel iklim projeksiyonlarına da yer verildi:
- Buna göre, Türkiye genelinde ortalama sıcaklık 2021-2099 döneminde yıllık 1 ila 6 derece artacak. İlerleyen periyotlarda değişim artış yönünde olacak.
Yağışlar
- Yağışlar ise yüzyılın son periyodunda yurt genelinde azalacak. Azalışlar, ilkbaharda yüzde 20-50 aralığına, yaz mevsiminde ise yüzde 60’lara varacak.
- İklim değişikliği ile sellere yol açan şiddetli yağışlar artacak. Ankara ve İstanbul’un “çok şiddetli yağış” projeksiyonlarına göre; Ankara’da çok şiddetli yağışlı gün sayısı, 2021-2099 döneminde 6-10 gün aralığında artacak, günlük maksimum yağış miktarı ise 800-124 mm’ye kadar yükselecek.
- İstanbul’da da aynı dönemde çok şiddetli yağışlı gün sayısı 18 ila 25 gün aralığında artarken günlük maksimum yağış miktarı ise 94 ila 125 mm’ye kadar çıkacak.
Türkiye Yarı İklim Kuşağında
- Türkiye geneli 1971-2020 arası kuraklık dağılımına göre, 2008 en kurak, 2009 ise en nemli yıl oldu. Son 50 yılda 16 yıl değişen şiddetlerde nemlilik gözlenirken, 15 yıl değişen şiddetlerde kuraklık görüldü. 1 yıl olağanüstü kurak, 2 yıl çok şiddetli, 2 yıl şiddetli, 8 yıl orta, 2 yıl hafif kuraklık gözlendi.
- Tahminlere göre, 2021-2098 döneminde kuraklık şiddet yüzdelikleri bir üst kuraklık sınıfına doğru kayma eğilimi gösterecek ve bu bazı bölgelerde daha fazla hissedilecek. Küresel ısınmanın muhtemel etkileri açısından risk grubu ülkeler arasında yer alan Türkiye’de, gelecekte özellikle Akdeniz ve İç Anadolu bölgeleri iklim değişikliğinden daha çok etkilenecek.
- Türkiye’nin de içinde bulunduğu yarı-kurak ve kurak iklim kuşaklarında, gerekli ve yeterli tedbirler alınmazsa belirli oranlarda kuraklığa bağlı tarımsal ekosistemin bozulabileceği ve gıda güvenliğinin tehlikeye girebileceği öngörülüyor. Doğal dengenin bozulması, bitkisel üretimde ürün kayıplarına yol açmasının yanı sıra hayvancılığın da sekteye uğramasına neden olacak.
- Bitkisel üretim konusunda yapılan verim çalışmalarına göre, 2050’de Türkiye’nin 7 coğrafi bölgesinde 5 temel üründe; buğdayda yüzde 7,58, mısırda yüzde 10, ayçiçeğinde yüzde 6,35, pamukta yüzde 2,19 gibi verim azalmaları yaşanacak. 2050-2080 arasında incir üretimi ise yüzde 9 ile 14 oranlarında azalacak.
Çölleşme
- Rapora göre, çölleşme, dünyada kara alanının yüzde 25’i olan 4 milyar hektar alanı, 168 ülkede 1,5 milyar nüfusu doğrudan tehdit ediyor, her yıl 12 milyon hektar tarım arazisi bozuluyor. Zirai üretimde gelecek 10 yılda yüzde 2 azalma beklenirken, her yıl 5,2 milyon hektar orman arazisi azalıyor.
- Savaşlardan sonra en büyük göç, çölleşmeden kaynaklanırken, bu nedenle son 20 yılda 10 milyon kişinin göç etti. İklim değişikliğine neden olan karbon emisyonlarının yüzde 25’i ise arazi tahribatından kaynaklanıyor.
- Türkiye, coğrafi konumu itibarıyla söz konusu problemlerden en fazla etkilenecek ülkeler arasında yer alıyor. Dünya Çölleşme Tehlikesi Haritası’nda, başta Orta Anadolu olmak üzere Türkiye’nin önemli bir bölümü “çölleşme konusunda hassas” olarak gösterildi. Bununla birlikte Türkiye’nin yüzde 65’i kurak ve yarı kurak özelliklere sahip. Halen orman alanlarının yüzde 4,17’si, tarım alanlarının yüzde 38,71’i, meraların yüzde 53,66’sı ve diğer alanlarda yüzde 3,46’sı orta ve şiddetli ölçekte erozyona maruz kaldı.
- Türkiye topraklarının yüzde 86’sının erozyon tehdidi altında olması, erozyonu çölleşmenin en önemli nedeni yapıyor. İklimsel verilere göre, Iğdır Ovası, Konya Ovası ile Güneydoğu Anadolu Bölgesi, kuraklık ve çölleşmeye en hassas bölgeler olarak öne çıkıyor.
- Türkiye’de gerçek çöl bulunmamasına karşın topraklarının üçte ikisine yakın bölümü kurak-yarı kurak alanlardan oluşuyor. Bununla birlikte son yıllarda gözlenen iklim değişimlerine bağlı olarak kurak alanlarda, İç Anadolu’nun batısına doğru genişleme gözleniyor.
- Çölleşmeye açık yarı kurak alanlara sahip risk bölgeleri ise Konya Ovası’ndan Doğu Akdeniz’e doğru bir yayılma gösteriyor. Türkiye ölçeğinde yapılan bir çalışmada, 30 yıllık iki periyot (1950-1980 ve 1981-2010) karşılaştırıldığında ülkede yarı kurak alanların yaklaşık yüzde 14 arttığı belirlendi.
Ulusal İklim Değişikliği Araştırma Merkezi Kurulmalı, Su Kanuna İhtiyaç Var, Damla Sulama Seferberliği
- Raporda, yasal ve kurumsal düzenleme gerektiren konular 96 ana başlık altında toplandı.
- İklim değişikliği sürecinde Türkiye’de su kaynaklarına olan talep ve su kaynakları üzerindeki baskının giderek arttığı ifade edilen raporda, suların korunması ve yönetimine ilişkin genel esas ve usulleri ortaya koyan çerçeve nitelikte bir “su kanunu”na ihtiyaç duyulduğu belirtildi.
- Raporda, iklim değişikliğiyle mücadelede sera gazı emisyonlarının azaltılması ve iklim değişikliğine uyum için gerekli hukuki ve kurumsal çerçevenin oluşturulması, teknik ve finansal mekanizmalara ilişkin usul ve esasların belirlenmesi amacıyla kanuni düzenlemeye ihtiyaç duyulduğu, bu kapsamda “iklim değişikliği kanunu” çıkarılması gerektiği vurgulandı.
- Biyolojik Çeşitlilik Sözleşmesi’ne 1996’da taraf olan Türkiye’de, biyolojik çeşitliliğin korunmasıyla ilgili bir kanunun bulunmadığı hatırlatılan raporda, uluslararası sözleşmelerden kaynaklı taahhütlerin mevzuatla içselleştirilerek etkin olarak yerine getirilmesinin önemine dikkat çekildi. Genetik kaynaklara erişim ve fayda paylaşımı ile biyokaçakçılık konularında meri mevzuatta düzenleme bulunmadığı anımsatılan raporda, korunan alan sisteminde eksikliği hissedilen tür ve habitatların korunmasına yönelik boşluğun giderilmesi için kanuni düzenleme yapılması gerektiğine işaret edildi. Raporda, bu kapsamda “tabiatı ve biyolojik çeşitliliği koruma kanunu” çıkarılması talep edildi.
- Türkiye’de iklim değişikliği konusunda ilmi araştırmaların yetersiz olduğu vurgulanan raporda, Türkiye’nin şartlarına uygun iklim değişikliği modellerinin geliştirilmesi ve araştırmaların yapılması için Ulusal İklim Değişikliği Araştırma Merkezi’nin kurulması istendi.
- Raporda, Türkiye’de suyun yüzde 77’sinin sulamalarda kullanılması nedeniyle ülke genelinde “damla sulama seferberliği” başlatılması önerildi.
- Anız yangını, çevre kirliliği ve arazi tahribatı gibi olaylarda kurumsal müdahalelerin en kısa zamanda yapılmasının önemine işaret edilen raporda, fahri trafik müfettişliği gibi “fahri çevre müfettişliği” sistemi oluşturulması teklif edildi.
- Raporda, su kaynaklarının azalma eğilimine girdiği bir süreçte, yeni sulama işletmelerinin devreye alınmasıyla mevcut su kaynaklarının gelecekte yetersiz kalacağının düşünüldüğü ifade edilerek, küçük ve orta ölçekli tarla sahibi çiftçilerin, sulama suyu ihtiyaçlarının karşılanması için “çiftlik rezervuarları” kurarak alternatif su kaynakları geliştirmeye yönlendirilmesi tavsiyesinde bulunuldu. Tarlalarda, yağmur ve kardan gelecek yüzey suları ile dolabilecek bu küçük kapasiteli rezervuarların yaygınlaştırılması önerilen raporda, bu rezervuarlardan temin edilecek sularla, düşük basınçla çalışabilen, az su tüketen ve asgari buharlaşma kaybı oluşturan damla sulama sistemi ile tarlaların sulanabileceği belirtildi.
- Raporda, iklim değişikliğine yönelik atılan adımların kimseyi geride bırakmadan ve adil yönetilmesi için “ulusal adil geçiş mekanizması” kurulması teklifine yer verildi.
Öneriler
– İklim değişikliğinin etkilerine karşı 2050’ye kadar ‘iklim dirençli toplum olma’ hedefi koyulmalı
– 11. Kalkınma Planı, düşük karbonlu ve iklim dirençli hedefiyle hazırlanmalı
– Elektrikli araç kullanımı teşvik edilmeli
– Kargo taşımacılığında çevre dostu araçlar (bisiklet, elektrikli araçlar) yaygınlaştırılmalı
– Şehirlerde yol kenarlarına park etmenin yarattığı trafik sıkışıklığından kaynaklı emisyon artışı yaşandığı için yol kenarlarına araç parkı kısıtlanmalı, otopark problemi çözülmeli
– Yeşil OSB sertifika sisteminin uygulamasına yönelik teknik ve idari çalışmalar yürütülmeli
– Elektrik üretiminde kömür kullanımının ne zamana kadar devam ettirileceğine ve ne zaman bitirileceğine dair politika belirlenmeli
– Şehirlerde çim yerine az su tüketen çalılar ekilmeli
– Türkiye’ye muhtemel iklim göçü senaryoları araştırılmalı, bu kapsamda riskler belirlenmeli ve gerekli politikalar düzenlenmeli
– Çiftçilerin tarlada ölçülü ve kontrollü su kullanımını zorunlu hale getirecek şekilde hukuki düzenleme yapılmalı
– Tarla içinde tüketilen suyun miktarının, metreküp bazında ölçümü için sayaç kullanımı zorunlu olmalı, sayaç ile ölçülen su fiyatlandırılmalı
– Ön ödemeli sayaç sistemine (kartlı sayaç sistemi) geçilmeli. Sulamaya başlamadan önce su parasını yatıran çiftçi aldığı kadar suyu kullanmalı
– 2060’a kadar Türkiye’nin toplam sektörel su ihtiyacı, 73 milyar metreküp (sulama suyu 57 milyar metreküp, içme-kullanma ve sanayi suyu 16 milyar metreküp) olacağı için bu miktardaki suyun, bu sürede temin edilebilmesi amacıyla gerekli tedbirler alınmalı
– Tasarruflu su tüketimi konusunda eğitim verilmeli. Örneğin eller sabunladıktan sonra, dişler fırçalanırken, tıraş olurken musluğun kapalı tutulmasına azami özen gösterilmeli. Çamaşır ve bulaşık makineleri dolu ya da doluya yakın çalıştırılmalı
– Klozetler, su tasarrufu açısından çift su hazneli tasarlanmalı
– Yeşil alanların sulanması için, evlerin çatılarından ve satıhtan gelen yağış suları, sarnıçlarda toplanarak kullanıma sunulmalı
– Yeni yapılacak binaların mimari projelerinde, özellikle villa veya az katlı konutların çatı ve teraslarına düşecek yağmur sularını, dairelerin tuvalet sifonlarına aktaracak şekilde biriktirme tankları tasarlanmalı
– Dere yatakları üzerinde ve taşkın alanlarında tomruk ve ağaç deposu ile marangozhane gibi yerlerin yapılmasına izin verilmemeli, bu alanlarda daha önceden yapılan tesisler, taşkın alanı dışına çıkarılmalı
• Zehirsiz Kentler Mümkün mü?

Buğday Ekolojik Yaşamı Destekleme Derneği’nin kentlerde kullanılan pestisitlerin ve biyosidal ürünlerin zararları konusunda farkındalık yaratılması ve alternatif uygulamaların kullanımının teşvik edilmesi amacıyla yürüttüğü “Zehirsiz Kentlere Doğru” projesi kapsamında “Türkiye’deki Belediyelerde Zararlı Mücadelesi Durum Analizi Raporu” yayınlandı.
“Zehirsiz Kentlere Doğru” projesi ile kentlerde yerel yönetimler tarafından kullanılan pestisitlerin ve biyosidal ürünlerin zararları konusunda farkındalık yaratılması, kullanımlarının azaltılması ve yerel yönetimlerin alternatif uygulamaları kullanımının teşvik edilmesi amaçlanıyor. Buğday Derneği’nin, Avrupa Pestisit Eylem Ağı ortaklığı, Biyosidal İş ve Çevre Sağlığı Derneği danışmanlığı ve Zehirsiz Sofralar Platformu işbirliği ile yürüttüğü projenin bir diğer amacı da, Türkiye ve Avrupa Birliği’ndeki sivil toplum örgütleri ve yerel yönetimler arasındaki işbirliğini geliştirmek.
Proje kapsamında, kentlerde temizlik ve zararlı canlılara karşı mücadelede birincil sorumluluğu taşıyan kurumlar arasındaki belediyelerin mevcut uygulamalarını belirlemek için hazırlanan “Durum Analizi Anketi”, belediyelerin bu konudaki bilgi ve tecrübesini artırmayı hedefliyor. Buğday Derneği, Türkiye’nin farklı bölgelerinden 47 belediye ile gerçekleştirdiği anketin sonuçlarını değerlendirmek üzere, “Türkiye’deki Belediyelerde Zararlı Mücadelesi Durum Analizi Raporu”nu yayınlayarak belediyelerin zararlılarla mücadelede karşılaştıkları ortak sorunlara ve ihtiyaçlarına dikkat çekiyor.
Türkiye’deki Belediyelerde Zararlı Mücadelesi Durum Analizi Raporu’nda, 21 büyükşehir belediyesi, 10 büyükşehir ilçe belediyesi, 8 il ve 15 ilçe belediyesi olmak üzere, toplam 47 belediyeden 54 birimin verdiği bilgiler değerlendirildi. Yerel yönetimlerin ankete katılan ilgili birimlerinden %96,3’ü alternatif yöntemlerin kullanılmasının gerekli olduğunu belirtti. Değişim ihtiyacının nedenleri arasında ise, “halk sağlığının ve biyoçeşitliliğin korunması” yanıtının ilk sırada yer alması dikkat çekti. “Su/doğal varlıkların korunması” ve “çalışan/ilaçlayıcı sağlığı” da belediyeler tarafından güçlü nedenler olarak görüldü.
Anket sonuçlarına göre, belediyeler pestisitlerin ve biyosidallerin yerine sağlıklı ve çevre dostu alternatif yöntemlerin kullanılması ile ilgili, dünyada çok sayıda çalışma ve uygulama bulunduğunun farkında. Buna karşın, araştırmaya katılan belediyelerin sadece %27,8’i alternatif/zehirsiz yöntemleri uyguluyor.
Ankete katılan belediyelerin en çok mücadele ettiklerini belirttikleri zararlılar arasında karasinek, sivrisinek, kene, bit, yaprak biti vb. yer alıyor. En çok biyosidal ürün kullanıldığı belirtilen alanlara bakıldığında ise Yeşil alanlar (37), Mesire-piknik alanları (30), Kanalizasyon(29), Çocuk parkları(21), Okullar (19) ve Sosyal tesisler(12) gibi diğer alanların yer aldığı görülüyor.
Projenin detaylarına şuradan ulaşabilirsiniz.
BİR İMZA DA SEN AT
Change.org’daki iklim ve ekoloji ile ilgili imza kampanyalarını senin için derledik. Bir imzadan ne olur deme, çok güzel şeyler oluyor bile.
- İklim Acil Durumu İlan Edilsin
- Adana’da Bir Kömürlü Termik Santral Daha İstemiyoruz.
- Plastiksiz Kargo İstiyoruz.
https://www.change.org/p/plastiksiz-kargo-istiyoruz
- İklim Krizi Müfredata Eklensin.
- Avcılık Tamamen Yasaklansın.
- İkizköy Akbelen Ormanının Kömür Madeni için Kesilmesini Durdurulsun.
- Tek Kullanımlık Plastikler Yasaklansın.
- Yeşiller Partisi’nin Kuruluşu Engellenmesin.
BİZİ TAKİP EDİN
• Bu ve benzeri sürdürülebilir, ekolojik ve atıksız yaşam ipuçları ve haberlerine güncel bir şekilde ulaşmak için Greenvibes’ı, Nil’i ve Ceren’i Instagram üzerinden takip edebilirsiniz.